7 Haziran 2011 Salı

SEÇİMLER ÖNCESİ ÖLÇÜMLER

SEÇİM MİTİNGLERİNDE İYİCE AYYUKA ÇIKAN VE ÖNCEDEN BERİ DEVAM EDEN, ERGENEKON'UN KONUSU OLAN DARBE VE DARBECİLER İÇİN HEP NE DENİYOR: "MEMLEKETİ 10 SENE GERİYE GÖTÜRDÜLER"...

SORUM ŞU; 70 SENEDE GÜÇ BELA BİR YERLERE GELEN CUMHURİYET GER KALAN SÜREDE NE KADAR GERİYE GÖTÜRÜLDÜ?
CEVABI BULMAKNIN YOLU BASİT.HİÇ ÖYLE İNTERNET SİTELERİNE GİRİP VERİ TABANLARINDA ANALİZLERE KALKIŞMAYIN.KADIKÖYDEN 130 NO'LU OTOBÜSE BİNİP 64 DURAKTA İNENLERİ VE BİNENLERİ İZLEYİN.HANGİ DURAKLARDA KULAKLARINIZA İLİŞEN SÖZLERİN DAHA MODERN HANGİ DURAKLARDA YOZ OLDUĞUNU DUYUN.DEMEYİN Kİ HANGİ FİKİRDEYSEN O FİKİRDEN OLANINKİLER HOŞUNA GİDECEK TABİİ Kİ...BENİM DUYMANIZI İSTEDİKLERİM FİKİRLERİN SADECE CÜMLELERE YANSIDIĞI HAL DEĞİL, DUYMANIZI İSTEDİĞİM ŞEY KONUŞMA EKSENLERİNİN KADIKÖYDEN TUZLAYA DOĞRU BİR GENİŞLEYİP BİR DARALMASIDIR.

20 Mayıs 2011 Cuma

127 HOURS

bence filmin çok önemli 2 iyi özelliği var.

birincisi süresi...tam kıvamında tamzamanında bitiyor film.

ikincisi ve önemlisi, bu tür filmlerde öznelerin hatırladığı "sementayla kavga etmiştim tüh ya üff, pişmanım, kurtulatım valla onun baştacım yapacam" gibi geyiklere girmemesi.öyle bir durumdaki insanın gerçekten aklına ilk gelecek şeyleri anlatması.onu da mesela suyu özlediğinde sezercik gibi dudaklarını yalayarak değil...arabanın bagajındaki suya nasıl gideceğini göstererek anlatması.önce kurtul,sonra bisiklete ulaş, sonra arabaya ve işte ordaaaa!

hele yağmurla kurtulduğu ile ilgili gördüğü rüya 25.saatten sonra gördüğüm en içine alan düş sahnelerinden biriydi. (aaa baksana isimler de nerdeyse aynı)

17 Mayıs 2011 Salı

JARHEAD

bir adam yıllarca tüfek ateşler.
ve savaşa gider, sonra tüfeğini
cephaneliğe geri verir.
ve işinin bittiğini düşünür.
ama elleri; ne yaparsa yapsın
ister bir kadını sevsin, ister ev
yapsın,
hep o tüfeği hatırlar.
giriş
jarhead 2005’te gösterime giren, anthony swofford’un romanından william broyles jr.’ın senaryolaştırmasıyla perdeye uyarlanmış, bir sam mendes filmidir. formel açıdan çıplak gözle de fark edileceği gibi, otoritelerin de mutabık kaldığı üzere 1987 yapımı full metal jacket filminin bire-bir benzeridir. körfez savaşında yaşananlar üzerinden askerlerin iç dünyalarını, savaşın yalnızlaştıran yüzünü, savaşa katılan ve katılmak zorunda bırakılanlar üzerinden yürütülen siyasi ve askeri ortamı; aksiyonel, dramatik, biyografik öğeler kullanarak anlatan bu filmde yönetmen kara komedi silahını ustaca kullanmıştır.
akış
film swofford’un minik ve komik bir oto-biyografisiyle başlar. vietnam’da savaşmış bir babanın ve bu babanın savaş sonrası yaşadığı bunalımı en az onun kadar yaşamış ve yaşamakta olan alkolik bir annenin oğlu, tüm depresif ve travmatik yaşamı kaldıramayıp akli dengesini yitiren bir kız kardeşin ağabeyi olan anthony swofford (jake gyllenhaal), lise eğitiminden sonra koleje girememesi üzerine deniz kuvvetlerine katılmaya kara verir.
ağır ve aşağılayıcı bir eğitim ile denizci olarak eğitilen swofford, eiğitimdeki başarısı ve yetenekleri sayesinde staff sgt. sykes (jamie foxx) tarafından nişancılık görevine atanır. tam da o sırada patlak veren körfez savaşına acilen dahil edilen 5000 askerden birisi olan swofford arkadaşlarıyla beraber çöle gelir gelmez lt. col. kazinski’den (chris cooper) kışkırtıcı bir ön bilgilendirme alsa da olacaklardan bir hayli habersizdi.
ülkeleri adına savaşmaktan ve böylesi bir hizmetten gurur duyan swofford ve arkadaşları –ki bunlar kendilerini, özgürlük verdiği için abd’ye, borçlu hisseden birçok milletten insanlardır- bir müddet görmedikleri ve uzun bir zaman da görmeyecekleri düşmanlarına karşı bu defa çölde ağır ve yıldırıcı bir eğitim almaya devam ederler.
çölde ilerleyişe geçen tim filmin sonlarına doğru yakılan petrol kuyuları ile karşılaşırlar. en az vietnam’daki misyonlar kadar anlamsız ve filmin içinde de çok fazla anlamlandırılamayacak bir kazı işinin içine girerler.
tam da bu sırada swofford ve nişancı arkadaşı troy (peter sarsgaard), lt. col. kazinski’den iki ıraklı subayı öldürmeleri için özel bir görev alırlar. bu görev için uzun bir yol alan iki asker sonunda görev mahalline ulaşırlar. hedeflerini vurmak için onay alan iki nişancı son anda major lincoln (dennis haysbert) tarafından bizzat engellenirler.
bunun üzerine timlerinin bulunduğu üsse doğru yola çıkan swofford ve troy, döndüklerinde savaşın sona ermesi hasebiyle çılgınca parti yapan birlikleriyle karşılaşırlar. silahlarını bir defa bile düşmana karşı ateşlemediklerini fark etmeleriyle bütün kurşunlarını gökyüzüne kusarlar.
ülkelerine döndüklerinde büyük bir gururla karşılanan askerler aynı ihtişamı bir defa daha göremeyeceklerdir. swofford etrafına ve kendi hayatına dair yitişleri sıra sıra yaşarken bir daha hiçbir zaman, birliğine ait olduğu kadar, bir yere ait olmayacaktır.
filmin yansıttığı tarih ve konjonktürel durum
bu savaşa irak devlet başkanı saddam hüseyin'in çıkardığı körfez krizi sebep olmuştur. 1980-1988 yıllarında iran ile savaşan irak, ekonomik yönden ağır zararlara uğramış ve bu savaş sonrası kolay kolay ödeyemeyeceği bir dış borç yükü altında kalmıştır. bu durumdan kurtulmak isteyen saddam hüseyin, çareler aramaya başlamış ve 1991 yılı ilk yarısında ortadoğu'da huzursuzluğa yol açacak bazı iddialar ortaya koymuştur. bu iddialar körfez krizinin ilk filizleri olmuştur. iddiaların başlıcaları şunlardır: körfez ülkelerinin 1981–1990 arasında petrol fiyatlarını sürekli düşürerek irak'ı zarara sokmaları; kuveyt'in rumeyla bölgesindeki irak'a ait petrollerden de faydalanmış olması; kuveyt toprakları üzerinde tarihi hakkı olduğunda ısrar etmesi ve irak-iran savaşı sırasında kuveyt'in irak'a yaptığı para yardımını silmesini istemesiydi.
kuveyt ile ilgili iddialarının kuveyt tarafından kabul edilmemesi üzerine, saddam hüseyin, meseleyi bir oldu-bitti ile çözümlemek istemiş ve 2 ağustos 1990'da kuveyt'i işgal etmek ve bir hafta sonra da ilhak etmek suretiyle körfez krizinin çıkmasına sebeb olmuştur. irak'ın kuveyt'i işgali üzerine birleşmiş milletler güvenlik konseyi, irak birliklerinin kuveyt topraklarından şartsız ve derhal çekilmesini isteyen bir karar almıştır. abd öncülüğünde onu destekleyen müttefik ülkeler, irak'ın suudi arabistan'a veya diğer bir ortadoğu ülkesine muhtemel taarruzunu önlemek üzere çöl kalkanı adı verilen bir harekâtı uygulayarak basra körfezi ve suudi arabistan başta olmak üzere bölgeye deniz, hava ve kara birlikleri göndermeye başlamışlardır. 33 ülke kuvvet göndermek veya yardım yaparak, irak'a karşı teşkil edilen bu koalisyon kuvvetlerine katılmış veya bu kuvvetleri desteklemiştir. bunlar arasında sekiz arap ülkesi de vardır. gerçi arap ülkeleri; saddam'a karşı olanlar, saddam'ı destekleyenler ve çekimser kalanlar olmak üzere üç gruba ayrılmışlardır. ancak arap birliği, irak'ı kınamış ve derhal kuveyt'ten çekilmesini istemiş ve irak saldırısına karşı çok uluslu arap ordusu kurulmasını oy çoğunluğuyla kararlaştırmıştır. bu sebepten dolayı mısır ve suriye, saddam'a karşı olanların başında gelerek, suudi arabistan'a kuvvet göndermişlerdir. ürdün, yemen ve fkö, saddam'ı desteklemişlerdir. bu arada birleşmiş milletler güvenlik konseyi, oy çoğunluğuyla irak'a karşı ekonomik yaptırım ve silah ambargosu kararı almıştır.
saddam'ın vazgeçmez tutumu karşısında bm güvenlik konseyi, eylül 1990 ayı içerisinde irak'a karşı hava ambargosu uygulama kararı almış ve daha sonra bunu deniz ablukası şeklinde bir kararla genişletmiştir. ayrıca 29 kasım 1990 tarihinde almış olduğu bir kararla, irak'ın 15 ocak 1991 tarihine kadar kuveyt'i terk etmemesi halinde güç kullanılmasını kabul etmiştir. birleşmiş milletler, abd ve müttefik ülkelerin ısrarlarına rağmen, saddam hüseyin'in kuveyt'i terk etmemekte kararlı olduğunun anlaşılması üzerine 17 ocak 1991 tarihinde, irak'a müttefik çok uluslu hava güçleri'nin taarruzları ile körfez savaşı başlamış oldu.
kamuoyu
film bize savaşın taraflarını oluşturan kamuoyuna dair iki belirgin birde kapalı ipucu vermektedir.irili ufaklı birçok anekdot olsa da söz konusu savaşın etkilediği ve oluşturduğu kamuoyunu bahsedeceğimiz bu üç olay net bir şekilde bize özetini sunmaktadır.
olaylardan birincisi çöle yığılmış yüzlerce amerikan askerinin moral motivasyonunun yüksek olduğunun kampa gönderilen cnn muhabir ve kameralarıyla yansıtılmak istenmesidir. türk kamuoyuna yakın bir olgu olarak da bu tip bir girişim; ulusal ve uluslar arası platformda kamuoyları karşısında savaşları meşrulaştırmanın en etkili yöntemlerinden birisidir. filmde eğitim subayının erlerine kameralar karşısında savaştan ve bulundukları durumdan gurur duyduklarını söylemelerini istemesi, üst rütbeliler, diplomatlar ve siyasilerin söz konusu görüntüleri izleyecek olanları nasıl bir etkileme ve yönlendirme çabası içinde olduklarının açıkça göstergesidir. hiyerarşik içyapı öylesine sertleşmiştir ki cnn’e demeç vermek istememiştir. ancak bu isteği eğitim subayı tarafından sert bir şekilde reddedilmiştir. bu sayede a.b.d hükümeti savaşından gurur duyan askerleriyle kamuoyunun bu konuda kesin ilgisini ve desteğini kazanmıştır.
bir diğer net olay da filmin sonundaki, ülkesine tek bir kurşun dahi atmadan dönen askerleri tıpkı vietnam ”kahramanları “ gibi karşılayan amerikan halkı ve daha da ileriye gidip “kahramanların” otobüsüne atlayıp tek tek hepsiyle tanışmak isteyen ve bir başka savaş yüzünden akli dengesini yitirmiş gibi betimlenen amerikan vatandaşının görüntüsüdür.bu kısımda görülüyor ki bahsettiğimiz cnn röportajları ile çoktan kamuoyu savaş konusunda bilgilendirilmiş.ancak bu bilgi abd kongresinin bütçe aktarımlarında halkın desteğini alarak meşrulaştırmak için gerektiği kadar bir bilgi olacaktı.zira otobüse atlayan ve yol kenarda yığınlanan diğer yurtseverler gurur duydukları o askerlerin “tek bir kurşun bile atmadığından” habersiz şekilde onlara dokunmak istiyorlardı ve hatta vatanlarına ilk ayak bastıklarında biralarını paylaşıyorlardı.
başta da söylediğimiz gibi bir kapalı bir ipucu vardı kamuoyu’na dair. kapalı çünkü filmin işlenişi itibariyle savaşın sadece bir tarafı gösterilmiştir. amerikan kamuoyu anlatılırken, savaşın diğer tarafı yani ırak’lılar hakkında bize sadece onların ölüleri bir şeyler anlatabiliyor. haberlerinde cihada çağrılan ırak’lıların bölgeden kaçma çabasında olduklarını, tam da kaçarken üstlerine yağan bombalar yüzünden katlolundukları son vaziyetlerinden anlayabiliyoruz. arabalarıyla konvoy şeklinde bir yerlere gitmeye çalışan ve akabinde ölen ırak’lıları bulan swafford kül olmuşlarında birine “zor bir günmüş” diyerek aslında empati kurmaya çalışmıştır. yönetmen bu empati sahnesiyle bize aslında iki tarafın da yani birbirini düşman olarak görenlerin tamamının aynı acıları çektiğini ifade edebilmiştir.
kısaca kamuoyu; söz konusu savaş olduğunda, ya –amiyane tabirle- galeyana getirilen ya da bombaları üstüne yiyen taraflar olmaktan ileri gelememiştir. tarih bunu ispatlayan örneklerle doludur. etkinlik anlamında belki de kamuoyunun en etkin olduğu an yine diplomatlar tarafından yönlendirilmiş siyasilerin yönlendirdiği fikirleri doğrultusunda savaş lehine oy attıkları andır.
diplomasi
filmin içeriğinde özellikle körfez savaşında kullanılan diplomatik argümanlar kara komedi şeklinde anlatılmış. bu anlamda yönetmen aktarımı sorunsuz yapması itibariyle başarılı sayılabilir. bizse savaşın hep bahsedilegelen kasvet dolu diplomatik ağından kasıtlı bir kaçışla, yönetmenle özdeş bir tavırla daha fazla ilgimizi çeken taraflara dikkat çekmeye çalışacağız.
onlardan biri; filmde çok önemsiz gibi gözükmesine rağmen, amerikan askerlerinin çölde karşılaştığı araplarla selamlaşma ritüeline dair sahne idi. olay anında sol elini sallayarak selam veren bir amerikan askerini, bir diğeri sol eliyle değil de sağ eliyle vermesini salık verir. nedenini de arap halkının tuvalette sol elini kullanması nedeniyle karşı taraf bunu hakaret olarak algılayabileceği idi. görüyoruz ki diplomasi sadece yüksek şuurların olduğu yerlerde değil de çıkarların karşılaştığı her noktada kullanılabilmektedir.
ulusal ve uluslar arası ortam
ulusal ortam bağlamında aslında daha önce açtığımız kamuoyu başlığında konuya girmiştik. ancak yine o eksenden uzak, filmde can alıcı doneler mevcut ve biz bunlara değinmek istiyoruz.
ta başta, filmin başkarakteri olan er belli ki orduyu koleje gidemediği ve başkaca da çıkar yolu kalmadığından seçmişti. anlıyoruz ki abd’de askerlik konusu her şeyin ötesinde bir kariyer alanı ve bu biliyoruz ki öldürmeye dayalı bir alan.20 yaşında bir gence, toplumun böyle bir seçenek sunarak yönlendirmeyi düşünmesi bile toplumsal psikolojinin ne denli irrasyonel olabileceğini gösteriyor.
orduya katıldığı andan itibaren ilk zorluk fiziksel eğitimlerin yanı sıra yine ulusal bilince açık seçik belli eden vietnam ve onun getirdikleridir. vietnam skandalı yüzünden rehabilite dahi olamayacak bir babanın oğlu olarak katıldığı orduda sanki bundan hiç ders alınmamışçasına başroldeki er vietnam ruhuna yakın olmamakla suçlanmıştır. bu da gösteriyor ki ulusal bilinç o tarihlerde dahi aradan yıllar geçmesine rağmen eksenini değiştirmemiştir.
hepsinden öte uçakta savaşacakları düşündükleri çöle doğru giderken, askerin avrupa’ya gittiğini sanması ayrıca traji-komiktir. zira dünya haritasında amerika dışında bir tek avrupa’yı bilmeleri ve onu da ancak düşman olarak tanımış olmaları, globalleştirdikleri dünyayı kendilerine ne denli mündemiç hale getirdiklerini göstermektedir.
ulusal açıdan bakıldığında film ne yazık ki ırak tarafına dair bir anlatım sunmuyor. bu bir anlamda etnosantrik bir bakış açısı olarak değerlendirilebilir. ancak yönetmenin diğer filmlerine bakıldığında, bu tür bir dar kalıplılığa girmeyebileceği tahmin edilebilir. zaten demin de dediğimiz gibi kendi tarafını anlatırken yönetmen ziyadesiyle amerikanları komedize edebilmiştir.
sonuç ve değerlendirme
bu film geneline bakıldığında izlemesi, bire-bir benzese de full metal jacket kadar, kolay olmadığı barizdir. ancak değerlendirmesini yaptığımız ana ve tali başlıklar anlamında (diplomasi, kamuoyu, ulusal ve uluslar arası ortam, dış politika ve çevre vb.) bize yeterinden fazla bilgi sunmaktadır. hatta günümüze atıfta bulunan edasıyla da, yaşadığımız tarihte neler olabileceğinin de öngörülerine dair yardım etmektedir. özellikle “baba” bush’un dönemini anlatan bu film, george w. bush’un yaptıklarını ironize etmektedir.
en nihayetinde de filmin üstüne sinen savaş kasveti hakkında da yorum yapma hakkını kendimizde bulabiliyoruz. savaş; onunla alakası olmayan hayatları kullanarak beslenir ve silahlarıyla dünya toprakları üzerinde, bir diplomatın da dediği gibi, yara izleri yaratır. ancak savaş diye bir fenomene böylesi anlamlar yüklemek, en az trafik problemini “trafik canavarı” nın üstüne atmak kadar aciz bir yaklaşımdır.
hepsinden ziyade; savaşın, “globalleşen” ve modernleşen dünyada hala diplomatik bir tehdit unsuru olarak kullanılması, gelişmişlik olgusunu sakatlamaktadır.
bu anlamda ordu komutanlarının ve diplomatların ve olayın tümünden nema sağlayan politikacıların tehdit algısı”nı daimi suretle genişletmesi, savaşsız dünyalar düşleyenleri rüyalarında karabasana tutturmuşlardır.
bireyler olarak kişisel anlamda yapabileceğimiz ilk şey belki de bu tür dehşetleri sadece filmler yine bu dehşeti yaratanlar tarafından önümüze getirilmeden hatırlamak, hatırlamadığımız anda da erdemli insanların yapacağı gibi çözümler sunabilmek olacaktır. böylesi duygusal yolları aradıktan sonra, bu tip olayları yaratan mercileri işgal ettiğimiz esna da ehliyet sahibi insanlar olarak hatırımızı kuvvetli tutmak ve icracı olmak, savaşsız bir dünyayı “dilemekten” daha samimi bir davranış olacaktır.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

THE THOR

Hatırlarsınız; Edward Norton’lu  HULK’ta Ironman’in Stark’ı en son sahnede liv tler babası olan general’e bir ekip kurmaktan bahsediyordu.
O ekip kuvvetle muhtemel biliyorsunuz ki, THE AVENGERS…
Thor da o ekiptekilerden biri, yani serinin bir parçası.
Film; fantastik sinema hayranı olup da gidenleri yüzüstü bırakacak bir film değil elbette ki ama diğerlerinden farklı ve biraz bayıcı olarak Thor’un Thor’luğundan değil de, daha çok babasıyla ilişkisi, babasının amansız hastalığı, o öyle oldu bu böyle oldu vs. gibi şeylerden gereğinden fazla bahsetmesi, mide bulandıran küçük sinekti.
Bir de Thor’un göz açıp kapayıncaya kadar deli dolu bir adamdan, bir ermişe dönmesini eleştirenlere de seslenmek isterim… Efendiler!!! Sizin zamanınıza göre kısa gelmiş olabilir ama adam zaman koridorunu taksim-bostancı dolmuş hattı gibi kullanıyor.Bu adam senle benle muhatap olur mu yahu?
Ayrıca 3 boyutun gediklerinden midir bilizmez ama, mesela kral’ın halka konuştuğu sahnelerde meydandaki halk insan değil de lego gibi görünüyordu. (yapmayın arkadaş yapmayın, biz 2 boyutluyla da mutluyduk…)
Bunun haricinde sahnelerden birinde marvel dedenin kendini yine göstermesi, SHIELD ajanının varlığı ve onun da stark’tan bahsetmesi, adamların işi bildiklerinin göstergeleri değil de nedir?
Özetle kötü senaryo, kötü oyunculuk, gereksiz dialoglar, anlamsız sahneler, yakışılı adam, zayıf natalie vs. vs.
Bu arada, Oscar alan –özellikle kadın- oyuncuların Oscar aldıkları ilk filmlerinden sonraki ilk filmlerinin kötü filmler olduğu ile ilgili bir kanı oluşmaya başladı bende (bkz: Amy Adams).Bu konuda cidden araştırma yapıyorum haberiniz olsun.

15 Mayıs 2011 Pazar

farkettin mi?

Seyretmeyi, izlemeyi seviyorum. Detayları yakalamayı da seviyorum.Yakaladıklarımı anlatmayı da, onları yorumlamayı da seviyorum. Farkettin mi ile başlayan cümleler kurmayı seviyorum, görülmeyeni göstermeyi seviyorum. İşte başlıyorum...